esra hasırcı
Navigasyon  
  Ana Sayfa
  => music box
  => music box 1
  => müzik kutusu
  => Harita / Uydu fotoğrafı
  => sanat gazetesi....
  => TÜRK RESİM SANATI TARİHİ-1
  => TÜRK RESİM SANATI TARİHİ-2
  => TÜRK RESİM SANATI TARİHİ-3
  => TÜRK RESİM SANATI TARİHİ-4
  => TÜRK RESİM SANATI TARİHİ-5
  => TÜRK RESİM SANATI TARİHİ-6
  => TÜRK RESİM SANATI TARİHİ-7
  => TÜRK RESİM SANATI TARİHİ-8
  => TÜRK RESİM SANATI TARİHİ-9
  => TÜRK RESİM SANATI TARİHİ-10
  => TÜRK RESİM SANATI TARİHİ-11
  => TÜRK RESİM SANATI TARİHİ-12
  => TÜRK RESİM SANATI TARİHİ-13
  => TÜRK RESİM SANATI TARİHİ-14
  => TÜRK RESİM SANATI TARİHİ-15
  => TÜRK RESİM SANATI TARİHİ-16
  => RÖNESANS RESİM SANATI
  İletişim
  ziyaretçi defteri
  resimlerim
  ÖZGEÇMİŞ
  sanat gazetesi.... 545
  forum
  istatistikler
  ANKET
  Top liste
sanat gazetesi....
SANAT REHBERİ
sanal müze
yok tarih 24.07.2007, 10:42 (UTC)
 Dünyanın her yerinde müzeler ve sanat galerileri var. Bunların bazıları çok önemli sanatçıların eserlerini barındırmaları sebebiyle ayrı bir ilgiyi hak ediyorlar. Kaç tanesini gezme şansımız olur hayatta, orası meçhul. Biz de dedik ki size dünyadaki çok özel müzeleri kısaca tanıtalım ve sanal ortamda da olsa içlerindeki güzelliklere ulaşabileceğiniz adresleri verelim. Hiç yoktan iyidir, değil mi?


Sanal müze bileti 1
Sanal müze bileti 2

 

ebru sanarı
işte genç tarih 24.07.2007, 10:41 (UTC)
 

Geleneksel sanatlarımızdan en yumuşak, en hoş olanlarından biri ebru. Renk renk, köşesiz ve geçişli şekiller, su dolu bir teknenin içine konan sıvı boyanın şekillendirilmesi ve onun kâğıda aktarılması ile elde ediliyor.

Genellikle eski yazılarda, kitaplarda, panolarda kenar süsü olarak kullanılan ebru, giderek tek başına saygı görmeye başlamış bir sanat. Gerçi arada unutulma tehlikesiyle yüz yüze kaldığı zamanlar olsa da son dönemlerde ebru öğrenmeye hevesli kişilerin artmasıyla bu tehlike ortadan kalkmış görünüyor.

Ebru yapmak için gerekli başlıca malzeme, bildiğimiz su. Ancak suyun içine rastgele boyalar dökerek onların kâğıda birebir yansımasını bekleyemeyiz elbette. Genellikle dikdörtgen, alçak kenarlı bir teknenin içine doldurulan suya, yoğunlaşmasını sağlamak için ‘kitre’ denen bir bitki özü karıştırılıyor. Toz halinde satın alınan bu malzeme, kullanılmadan önce suda bekletiliyor, süzülüyor ve yoğruluyor. Aslında ebru sanatının hemen her aşaması için aynı şey geçerli: Sabırlı olmak gerekiyor.

Renklendirme için toprak boyalar kullanılıyor. Bunları kullanıma hazır hale getirmek için uzun bir ezme ve dövme aşamasına hazır olmak lazım. Üstelik ezme işi bittikten sonra da bulamaç haline gelen boyanın içine sığır ödü katılarak birkaç hafta bekletmek şart. Kolay bir iş olduğunu söylememiştik zaten! Öd, boyanın yüzeyde kalmasını sağlayan ve boyaların karışmasını önleyen maddedir; dolayısıyla o olmadan ebru da olmaz.

Bütün bu uzun hazırlık ve bekletme işleri tamamlandıktan sonra tekne başına geçilir ve boyalar kitreli suyun içine istenildiği gibi damlatılır. Metal çubuk ya da at kılı ve gül dalından mamul fırça ile istenen şekiller verilir. Sonra da dikkatli bir şekilde kâğıt tekne üzerine serilir. Su üzerindeki şekiller kâğıda nüfuz ettikten sonra yine dikkatlice kaldırılan kâğıt kurumaya bırakılır.

Ebrunun en önemli özelliklerinden biri, aynı ebrudan iki kere yapmanın imkânsız oluşu. Su üzerinde şekillendirme yapmak yeterince zorken bir de aynı şekilden iki kere yapmanın olasılığı yok. Dolayısıyla ebruda birebir kopyacılık rastlanan bir şey değil. Ebru sanatının inceliklerini öğrenmeye niyetli birinin, deneme yapmadan, okuyarak tekne başına geçmesi ve usta işi bir eser ortaya çıkarması mümkün değil. Tekrar tekrar deneyerek, sabrederek, işi çok iyi bilen birinin yardımını alarak çalışmak lazım.

İşin tarihine bakacak olursak, ilk ebrunun nerede, kim tarafından yapıldığının kesin olarak bilinmediğini söyleyelim önce. Ancak bazı yerlerde, kayıtlı ilk ebru eserinin 1595 tarihli olduğu yazılı. Tabii bu işin öyle pat diye ortaya çıkmamış olduğunu düşünürsek çok daha geriye gitmemiz gerektiğini görürüz. Bazı ipuçları, bu sanatın Orta Asya’da doğduğunu gösteriyor. Çin ve Hindistan’da da bu sanatın yansımaları var. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Üsküdarlı Şeyh Sadık Efendi isimli sanatçı, ebru sanatının gelişmesinde önemli rol sahibi. Daha yakın zamanda ise Necmeddin Okyay ve Mustafa Düzgünman, ebru sanatını koruyup geliştiren isimler olarak öne çıkıyor. Ülkemizdeki en önemli ebru sanatkârlarından biri, Hikmet Barutçugil.

Kelime anlamına bakalım: Ebru, kimilerine göre Farsça “bulutumsu” anlamına gelen ‘ebri’ ya da “su yüzü” anlamındaki ‘abru’, kimilerine göre ise Türkistan Türkçesindeki ‘ebre’ kökünden türeme. Mermeri andıran çizgiler içerdiği için, Batı dünyası ebruya ‘marbling’; yani ‘mermerleme’ adını uygun görmüş. Kimi zaman ‘Türk kağıdı’ olarak kullanıldığı da oluyor.

Giderek süsleme anlamında değeri daha iyi anlaşılan ebru, sadece kâğıt değil, kumaş, cam, tahta gibi materyallerle de bir araya gelebiliyor.

Battal ebru, şal ebrusu, çiçekli ebru, taraklı ebru, yazılı ebru gibi pek çok çeşidi olan bu zarif sanat, icra eden ve bakan kişilerin ruhuna işleme özelliğine sahip. Neden derseniz, su zaten başlı başına insana huzur ve sakinlik veren bir madde. Ebru üzerindeki şekiller ise bir nevi hipnotik etkisi olan, birbiri içine geçmiş, labirent benzeri renk ve desenlerden oluşuyor. Dolayısıyla ebrunun insan üzerinde olumlu bir etkisi olduğu gerçek.
 

seramik:killi çamurdan çok öte
iştesanat tarih 24.07.2007, 10:40 (UTC)
 

Doğanın bize sunduğu en verimli maddelerden biri toprak. Yediğimiz içtiğimiz en hayati şeylerin kaynağı o olduğuna göre toprak olmadan yaşayamayacağımız açık. Bunun üzerine tartışmak elbette gereksiz. İşte toprağın sebze yetiştirmekten başka bir kullanım alanı var ki hayati önemi tartışmaya açık olmakla birlikte çok amaçlı, çok kullanışlı, çok keyifli bir şey: Seramik.

Genel birkaç bilgi ve kısa tarihçe

Seramik, kökenini Yunanca’dan alıyor. Bu dilde “kil” anlamına gelen “keramikos” veya “boynuz” demek olan “keramos” sözcüklerinden türemiş olduğu söyleniyor. Boynuz şeklindeki bir tür çömlekten bu bilgi çıkarılmış. Tarihin en eski çağlarında keşfedildiği üzere, kil veya toprak ile su karıştırıldığında, şekil vermesi kolay bir çamura dönüşüyor. Bunu yüksek derecelerde pişirdiğimiz zaman ise ortaya sert bir madde çıkıyor.

Bunları şüphesiz biliyorsunuz ama bu harika sanat dalına uygun bir giriş yapmamız da gerekiyordu haliyle. Bu noktadan sonra bazılarınızın bilmediğini tahmin ettiğimiz şeylerden bahsedeceğiz. Mesela şunun gibi: Seramik, bir ya da daha fazla metalin, metal olmayan elementler ile birleşmesi ve pişirilmesi sonucu ortaya çıkan inorganik bir bileşiktir. Ana malzeme olarak kullanılan kil, biliyor olabileceğiniz gibi taş ve kayaların uzun yıllar içinde dış etkenler sonucu parçalanıp ufalanması sonucu meydana gelen kum benzeri bir maddedir. Elbette günümüz seramik sanatı uygulamalarında kulanılan kil, birtakım fabrikasyon süreçlerden geçer ve kullanıma hazır hale gelir. İçine katılan bazı ek maddeler ile farklı tiplerde seramik üretimi yapmak mümkün olabilir.

Seramiğin pişme derecesi gibi erime derecesi de neredeyse 2000 derece civarında seyreder. Yani kil ile suyu birleştirip mutfak fırınında çömlek yapma hayali kurulmasın boşuna diye söylüyoruz. Bunun için büyük, çok yüksek enerji üreten ve harcayan özel fırınlar vardır. Bu pişme ve erime sıcaklıklarını düşürmek ve üretimi kolaylaştırmak için seramik yapımında kullanılacak malzemenin içine bazı yabancı maddeler de eklenir. İşin sanatsal yönünden başka, ileri teknoloji seramikleri olarak adlandırılan ve çeşitli bileşimlerle oluşturulan sentetik seramikler, aşınmaya dayanıklı makinelerde, taşıtlarda, uzay araçlarında, bilgisayar ve makine üretiminde, tıpta, elektrikte kullanılıyor. Seramik kullanan kurşun geçirmez yelekler bile var.

Seramiğin keşfinin temeli, haliyle ateşin bulunmasına kadar uzanıyor. İlk çağ insanları, yediklerini, içtiklerini içine koymak için kaplara gereksinim duymuş oldukları için buna mecburi bir keşif de diyebiliriz. Gerçi bunun bir yangın sırasında tesadüfen olduğunu söyleyenler de var ama bunu kim kesin olarak kim bilebilir ki?
Anadolu’da, Yunanistan’da, Uzakdoğu’da seramik işlevsel kullanımının yanı sıra, dinsel anlamda da bir araç olmuş. Çok dinli dönem insanları, seramik heykellere tapınmıştır. Çatalhöyük’te bulunan seramik kaplar, seramik tarihinin MÖ 6000’lere kadar uzandığını gösterir. Zaman içinde seramik tuğlalardan evler, saraylar, yollar da yapılmaya başlamıştır. Elbette günümüze yaklaştıkça işin zanaat tarafı kadar sanatsal yönü de ağır basmaya başlamıştır.

Bugün seramik çanak çömlek üretimi daha çok fabrikasyona kaymış olsa da başta Avanos, Karasu, Kınık olmak üzere çömlekçiliğin faal olarak yaşatıldığı yerler de vardır. Seramik sanatında söz sahibi olan illerimizden İznik, Kütahya ve Çanakkale’yi de ismen anmadan geçmeyelim.

Temel seramik yapımı

Diyelim ki basit, standart şekilli bir çanak yapacaksınız. Bunun için, uygun olan çamuru alır ve dilerseniz elde oyarak, dilerseniz de torna dediğimiz hızlı devirde dönen yuvarlak tabaka üzerinde şekillendirme yapabilirsiniz. Tornayı tarif etmek için sinema tarihinin en bilinen sahnelerinden birini hatırlatacağız: “Hayalet” (Ghost) filminde bir seramik sanatçısını canlandıran Demi Moore’un üstü başı çamur olmuş halde gece gece çömlek yapmaya çalıştığı dönen bir alet vardır. Motorlu bir cihazdır, bir pedalı vardır ve üzerinde pedala basınca dönen, ağır, yuvarlak bir metal tabaka bulunur. Bacaklarınızı iki yana açıp torna taburesine oturursanız çalışmanız kolaylaşır.

Torna tabakasının üzerine, tam ortasına önce fındık kadar bir çamur parçasını yapıştırmak gerekir. Sonra, yapacağınız şeyin büyüklüğüne göre bir miktar çamur alıp yuvarlamalısınız. Bunu, o minik çamur parçasının üzerine denk gelecek şekilde hızla tornanın üzerine bırakırsınız ve tabakaya sabitlersiniz. Üzerini biraz ıslatıp elinizle bu çamur topunu kavramak ve her yerinin ıslanmasını sağlamak, elden geldiğince de yamru yumru kısımları düzeltmek gerekir. Bundan sonrası çok zevklidir; pedala basıp tabakayı döndürmeye başladığınızda, avuçlarınızı açıp hamuru kavrayarak ona şekil vermeye başlarsınız. Baş parmaklarınızı ortaya batırdığınızda bir çukur açılır. Bundan sonra dikkatlice çeperleri inceltmelisiniz. Artık çanak mı, çömlek mi, vazo mu ne isterseniz şekil verebilirsiniz. Çok dikkat isteyen bir iştir bu; bir kere dengesi bozuldu mu hop diye kayar, her şeye yeniden başlamak zorunda kalırsınız.

Sadece çanak değil, heykel çalışmaları da yapabilirsiniz. Bunun için tornaya ihtiyacınız yok. İrice heykeller için şamotlu çamur dediğimiz daha iri taneli ve pütürlü, açık renkli çamur tercih edilir. Çalışmaya ara verdiğiniz zaman, eserinizin her tarafını hava geçirmeyecek şekilde naylon poşetle kaplamalısınız. İki gün sonra devam etmeye kalktığınızda kurumuş bir yarım heykelle karşılaşabilirsiniz ki bu pek keyifli bir durum değildir.

Diyelim ki çok beğendiğiniz bir vazo var ve siz onun birkaç tane seramik versiyonunu yapmak istiyorsunuz. Yapmanız gereken işlem kabaca şu: Tercihen fayans bir zemin üzerinde, vazonuzu içine alacak şekilde tahtadan, üzeri açık bir kutu yapıyorsunuz. Çit gibi düşünün, etrafını çevreliyorsunuz yani. Vazonun üzerine özel bir kayganlaştırıcı madde sürülüyor, kayganlaştırıcı yoksa bolca vazelin de olur. Kutunun içi ise bildiğimiz beyaz alçı ile dolduruluyor. Ertesi gün alçı kurumuş oluyor ve tahtaları ayırıyorsunuz. Alçının içinden vazoyu nasıl çıkaracağınızı düşünebilirsiniz bu aşamada; işte orada size bu işi öğreten kişi işin püf noktasını anlatacak. Vazonun yapısına göre alçıyı iki parçalı kalıplamayı öğreneceksiniz ve bu parçalar lego gibi birbirine geçmeli olacak. Bunların içine sıvı çamur döküp pişirdiğiniz ve sonra kalıpları ayırdığınız zaman elinizde beğendiğiniz vazonun tıpkısı olacak.

Sıra geldi boyamaya... Temelde iki tip boya kullanılır; tekrar fırınlama isteyen ve istemeyen. Diyelim ki tornada yaptığınız çanağı pişirdiniz, onu fırçayla renklendirmek istiyorsunuz. Pişirme istemeyen boyayla bunu yapabilirsiniz ama onu bir mutfak eşyası olarak kullanmayı düşünemezsiniz; çünkü yıkadığınız zaman boya akar. Şimdi de diyelim ki vazonuzu fırınlama isteyen boyayla boyayacaksınız. Bunun için bir püskürtme aletine ve maskeye ihtiyacınız olacak. Bu tip boyayı, pişmiş vazonuzun üzerine sıkarak uygulayabilir, onu tekrar fırına verebilir ve sonuçta parlak, kaygan, yıkanabilir bir renkli yüzey elde edebilirsiniz.

Seramik sanatıyla uğraşmak, insanı oldukça rahatlatır. Avuçlarınızın içindeki toprağın vücudunuzdaki negatif elektriği aldığını hissedersiniz. Ama ağır işçilik istediğini de unutmayın; kilo kilo çamur yığınlarını taşımanız, yoğurmanız, sabırlı ve dikkatli olmanız, üstünüzün başınızın devamlı kirli olacağını kabul etmeniz gerekir. Üzerinde uzun uzun uğraştığınız eser fırında kırılabilir, çatlayıp patlayabilir. Bu tip durumlara hazır olmalısınız. Evde kolay kolay yapılacak iş değildir. Mutlaka bir seramik atölyesinde çalışmayı gerektirir.

Seramik ile uğraşma heveslilerine

Üniversitelerin güzel sanatlar fakültelerinde seramik bölümleri var. Eğer siz işi ileri boyuta taşımak istiyorsanız elbette tercih etmeyi düşünebileceğiniz yol bu. İşi akademik anlamda değil de hobi olarak ele alıyorsanız, bağımsız atölyelerin kurslarına devam edebilirsiniz. İşte size bazı adresler: Kayaköy Sanat Kampı, Riton Seramik, Atelye Keramos, Atölyem, Gül Erali Seramik Atölyesi... Sizin bildiğiniz iyi seramik atölyeleri varsa onları da yazabilirsiniz

 

oymalı kabartmalı sanat gravür
iştesanat tarih 24.07.2007, 10:38 (UTC)
 Oymalı kabartmalı sanat: Gravür

Metalin üzerine resim yapabilir misiniz? Kalemle ya da fırçayla değil; kabartarak, oyarak, kazıyarak. "Çukurbaskı" ya da "özgünbaskı" olarak da adlandırılan gravürü, kabaca tarif edersek böyle bir şey. Başta metal olmak üzere tercihe göre taş hatta ahşap gibi sert bir yüzey üzerine istenen şeklin aktarılması ve daha sonra bu yüzeyin baskı olarak kullanılması. Ortaya son derece büyüleyici görüntüler çıktığını söylemeye gerek yok ama konu hakkında fikri olmayanlar ya da olup da daha fazla şey bilmek isteyenler için bir araştırma yaptık.

Tarihi ve ünlü temsilcileri

M.Ö. 1. yüzyıldan kalma gravüre benzer bir teknikle oyma – kabartma süslemeler taşıyan takılar bulunmuş olmakla birlikte, asıl olarak 15. yüzyılda ortaya çıktığı kabul edilen ve ismi Fransızca’dan gelen gravür tekniği, sanat çalışmalarında olduğu kadar matbaacılıkta da kullanılagelmiştir. Esas olarak Avrupa'da doğan ve yayılan bu sanatın ilk bilinen örneklerini ağaçlar ve ardından bakır levhalar üzerinde görürüz. Başta Alman Albrecht Durer olmak üzere, İtalyan Marca Antonio, Fransız Jean Duvet, gravür sanatının ilk önemli temsilcilerindendir. Daha bilinen isimlerden Barok Dönemi ressamları, Peter Paul Rybens ve Rembrandt van Jin de yağlıboya tablolarının dışında gravür çalışmaları ile de tanınırlar.

Yine Barok Dönemin tanınmış gravür sanatçısı Fransız Claude Mellan'ın, Galileo'dan aldığı teleskop yardımıyla Ay yüzeyini gözleyerek yaptığı Ay gravürü çok ünlüdür. Daha yakın dönemden örnek vermek gerekirse, aklımıza ilk Picasso'nun önemli gravür eserlerinden The Frugal Meal geliyor. Şurada pek çok gravür örneği inceleyebilirsiniz. İçlerinde bildiğiniz eserlere rastlayacaksınız.

Fotoğrafın keşfinden itibaren, gravür bazı sanat eserlerinin kopyalanmasında da kullanılır olmuştur. Bu sayede 20. yüzyılda artık kimi kitaplarda hatta gazetelerde gravür örneklerine rastlamak mümkün hale gelmiştir.

Teknik

Gravürde esas, metal yüzey üzerine "lak" adı verilen balmumu ve katran karışımı zamk benzeri cilayı sürüp kuruduktan sonra onu kazıyarak istenen deseni çizmek, ardından metal yüzeyi asit yardımıyla temizleyip bunu özel bir mürekkep ile baskı malzemesi olarak kullanmaktır. Çinko, bakır gibi az değerli madenlerin yanısıra altın ve gümüşün de gravür yüzeyi olarak kullanıldığı görülür. Kazı gravürü, kuru uç gravür, kalburlama gravür gibi çeşitli teknikleri vardır.

Eğer ahşap yüzeye uygulanıyorsa cila ve aside gerek olmadığını tahmin edebilirsiniz. Direkt olarak tahtanın kazınması ve oyulmasıyla istenen desen yüzeye aktarılabilir. Kimi zaman metallerde de bu tekniğin tercih edildiği olur. Yine de epey zor bir süreç olacağı kesin; dolayısıyla yukarıda anlattığımız yöntem geçerlidir. Uç tahta gravür, tümsek gravür gibi farklı teknikler uygulanabilir.

Eğer taş yüzey üzerine desen aktarılacaksa tercih edilen yöntem, yağlı kalem ile desen çizimidir. Taş baskının diğer adı "litografi"dir. Bunun tam tersi, tahtadan bile daha yumuşak bir yüzey istendiğinde genellikle muşamba kullan

Ülkemizde gravür sanatı

Çocukken yaptığınız patates baskılarını hatırlar mısınız? İşte gravürün temelinde de bu yatıyor. Desen olarak yazı seçildiğinde, gravürün matbaacılıkta ne şekilde kullanıldığını tahmin edebilirsiniz. Şimdiki ofset baskı tekniği henüz gelişmemiş olduğu için seri basım yapabilmenin tek yolu buydu. Yine de her "baskı"nın sanat olmadığını, gravür sanatının temizlik, netlik ve detaylarla ilgili olduğunu hatırlatalım. Kopya baskı ile sanat eserlerini bir tutma yanılgısına düşmeyelim diye böyle bir parantez açmak doğru olur sanırız.

Gravür sanatının değerinden söz etmişken; böylesine eski bir tekniğin bizim ulusal sanat tarihimizdeki yerinin çok ağır olmadığını söyleyelim hemen. Resim sanatının önemli tekniklerinden biri olan gravür, uzun zaman üvey evlat muamelesi görmüş açıkçası. Son dönemde modern sanatçıların yeniden gündeme getirmesiyle önem kazanan gravür sanatına, Cumhuriyet öncesi döneminin çok önemli ressamlarından Hoca Ali Rıza'nın katkısı büyüktür. Sonrasında yetişen isimler arasında Sabri Berkel, Fethi Karakaş, Nuri İyem, Mustafa Aslıer, Cihat Burak, Mustafa Plevneli, Ergin İnan sayılır. İstanbul Devlet Uygulamalı Güzel Sanatlar Akademisi'nde zengin bir gravür atölyesinin açılması, gravür sanatçılarının artmasını sağlayan önemli bir adım olmuştur. Elbette imkânlar giderek daha da artmıştır.

Ülkemizde gravür deyince akla gelen öncelikli bir isim var: Aliye Berger. Köklü bir ailenin yurt dışında uzun zaman kalıp sanatsal gelişmeleri izleme fırsatı bulmuş kızı olan Berger, kendini tamamen gravür sanatına vermiş ve sanatsal akademik eğitimi olmamasına karşın bu konudaki yeteneğiyle öne çıkmıştır. İlerleyen yaşlarında bile metallerle çalışan Berger'in anısına, İstanbul Modern Müzesi'nde özel bir oda düzenlenmiştir. Yolunuz düşerse sanatçının gravür eserlerinden örnekleri görebilirsiniz. Çalışmalarında çoğu zaman İstanbul'dan izler yansıtan Berger, Türkiye'de gravür sanatının varlığına ve gelişmesine katkıda bulunan az sayıda sanatçıdan biridir.

ılır.

 

kültür başkentine yeni mekan garajistanbul
işte genç tarih 24.07.2007, 10:36 (UTC)
 

İstanbul’da çağdaş gösteri sanatlarının tümüne kapılarını açan yeni bir mekân var; garajistanbul. Çağdaş sanat platformu olarak hizmet veren bu çok amaçlı (ve bu arada gayet şık) sahne, 10 yıl önce Antalya’da bir garajda kurulan 5. Sokak Tiyatrosu kurucularından ikisinin, Övül ve Mustafa Avkıran’ın projesi.

Garajistanbul da 5. Sokak Tiyatrosu gibi bir garajda, Galatasaray Garajı’nın en alt katında mevzilenmiş durumda. İstanbul’da uzun süre oynayamadıkları oyunları sergilemek için uygun bir mekân arayan ikili, sonunda 2010’un kültür başkentine yerleşmeye karar vermiş. Burada yapılan her şey, kendi deyişleriyle “performatif” olacak.

26 Ocak 2007’de açılan, henüz kimseler kapısından içeri girmemişken “bağımsız sanat gruplarının buluştuğu, tiyatro, müzik, dans, edebiyat okumaları ve atölye çalışmaları gibi geniş yelpazedeki eserlerin yer alacağı bir mekân” şeklinde tanıtılan garajistanbul, şimdiden sözünde durdu. Tiyatro oyunları, konserler, dans gösterileri, sergiler, DJ’li partiler ile programını doldurdu.

Edebiyat okumalarının ilk konuğu Elif Şafak idi. Sevdiğimiz yazarlar kendi eserlerini okumaya devam edecek. Şimdilik konser organizasyonu konusunda ufak problemler yaşanıyorsa da tecrübeyle hepsinin aşılacağını bildiğimiz salonda en son Taraf de Haidouks konseri çılgınlığı yaşandı. Sırada 11 Nisan’da Elbow – I Am Kloot konseri var, ki bu iki grubun birlikte sahne alması da nereden baksanız çılgın bir olay.

Ancak asıl heyecan verici olan, düzenledikleri konserler değil. Amaçları, garajistanbul’u izleyicinin de etkin hale geldiği, Bienal’e takılıp kalmayan bir performans sanatları merkezi haline getirmek. Türkiye’de veya yurtdışında gerçekleştirilen her türlü çağdaş sanat ürününün burada yeri var. Programı iyice incelemek yararınıza olur.

 

minimal akım ve sol lewitt
işte sanat tarih 24.07.2007, 10:30 (UTC)
 Minimal akım ve Sol LeWitt

Minimalizm, adından ne anlıyorsanız aşağı yukarı odur: Sanatta sadelik, basitlik ve azlık kavramlarını öne çıkaran yaklaşım. “Minimal sanat” ya da “minimal akım” olarak da anılabilir.

Minimalizmde, nesnelere yüklenen duygu ve göndermeleri elemek ve nesnenin kendi özelliklerini vurgulamak esastır. Sembolik anlamlarından olabildiğince uzaklaşılır. Bu demek değildir ki minimal akım sanatçıları ruhsuz eserler üretmiştir, o şekilde anlamayalım. Olay, bu sanatçıların bir yerde nesnenin özünü ve “gerçekte” ne olduğunu korumaları, dolayısıyla da insanı da daha sade bir düşünce tarzına itmeleri ile ilgilidir. Karıştı değil mi, örnekten gidelim. Örneğin Sol LeWitt, kökeni 1960’lı yıllara dayanan bu akımın en önemli isimlerinden biridir.

Ressam ve heykeltıraş olan LeWitt, 60’lı yıllarda yaptığı büyük boyutlu duvar çizimleri ile ünlenmişti. O dönem için önemli bir yenilik ve cesaret örneği olarak görülen bu çalışmalar, sanatçının orijinal ve başka kimseninkilere benzemeyen işler yapma içgüdüsünün birer eseriydi. Bu duvar resimleri radikal bir karara dayanıyordu, çünkü biliyordu ki eninde sonunda bu çalışmalar üzerine başka bir boyanın sürülmesi ile mahvolacaktı. Nitekim 1968’de LeWitt’in bir duvar çalışmasının sergilendiği galeri sahibi, eserin üzerinin boyanmasına dayanamayacağını söyleyip LeWitt’i çağırdı ve sanatçı da bu işi hiç çekinmeden kendisi yaptı.

1928’de Connecticut’ta doğan Amerikalı sanatçı, Syracuse Üniversitesi’nde geleneksel sanat eğitimi görmüş olmasına rağmen geleneksellikten olabildiğince uzak durdu. Avrupa’yı gezip resim bilgisini genişleten sanatçı, iki yıl boyunca askerlik yaptı ve Kore Savaşı’na katıldı. New York’a taşındıktan sonra görsel sanatlar eğitimi aldı, önce müze resepsiyonerliği sonra grafik tasarımcılık dahil bir sürü işte çalıştı ve 1965’te ilk sergisini açtı. Bir anda ilgiyi üzerine toplayan sanatçı, dünya çapında pek çok kişisel ve karma sergiyle adını duyurmaya devam etti. Bunların en önemlilerinden biri, geçmişte çalıştığı MoMA (Museum of Modern Art)’daki 1978 – 79 tarihli retrospektif sergi idi. Duvar çizimleri dışında maketler ve açık hava anıtları da yapan LeWitt’in çalışmaları, küp, piramit, üçgen gibi geometrik yapıların çeşitlemelerini içeriyordu.

Uzun süre İtalya’da yaşayan ve 1980’lerin sonunda ABD’ye geri dönen LeWitt, 20. yüzyılın en iz bırakan ve kendinden sonrakileri etkileyen sanatçılarından biri olarak görülüyor. Fikirlerini başka profesyonellerle paylaşan ve onlara danışan, büyük boyutlu işlerde takım çalışmasını tercih eden mütevazı bir kişilik olarak tanınıyor LeWitt. İşleri için “zamansız” deniyor. 8 Nisan 2007’de ölen sanatçının tüm çalışmalarının resimlerini gösteremiyorsak, bari hepsi olan sitelerin adreslerini gösterelim. Burası ve burası.


 

<-Geri

 1  2  3  4 Devam -> 
 
   
Bugün 1 ziyaretçi (20 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol